Dördüncü Yılında Gezi Direnişi

Tarih:

Yazar:

Okuma Süresi:

4 dakika

Gezi Direnişi’nin üzerinden dört yıl geçti. Devletimiz “ayaklanma başarılı bir şekilde bastırıldı” diyerek zaferini gururla ilan etmeyi her fırsatta sürdürüyor, ancak gerçekten kazanan oldu mu?

Aslında her şey Taksim Gezi Parkı’nın yıkılıp yerine Siyasal İslam açısından tarihi bir önem arz eden Topçu Kışlası’nın yeniden yapılmasının istenmesiyle başladı. Eyleme geçen çevreciler parkı işgal ederek çadırlar kurdu, yıkıma karşı durmaya çalıştı. Yakın zamanda yaşanan pek çok hak ihlali ve devleti yönetenlerin söylemleri ile eylemcilerin çadırlarının yakılması ve aşırı polis şiddeti birleşince bir anda Gezi Direnişi alevlendi.

Resmi sayıya göre 3.5 milyon, farklı kaynaklara göre ise Türkiye çapında 7 milyona yakın insan bir anda meydanlara indi: Polis şiddetine, yaşam tarzlarına yönelik eylem ve söylemlere karşı meydanlara inen şehirli, eğitimli ve sekülerlerin çoğunluğu oluşturduğu kitle 2013 yılının Haziran ayı boyunca meydanlara inmeye, tencere ve tavalarla ses çıkararak protestolarını sürdürmeye devam etti.

Kısa bir özetten sonra aslında bugüne gelmek istiyorum. İktidar medyasına göre Gezi Kalkışması bastırılmış, milletin huzuru ve güvenliği yeniden tesis edilmiştir. Devletin demokratik talepleri kalkışma olarak adlandırıp kendi vatandaşlarını bastırması, adeta denize dökmesi günümüz dünyasında ne kadar kabul edilebilir bir yaklaşım olduğu tartışılır olsa da vatandaşını yenen devletin ne kadar muzaffer olduğu şüphelidir.

Günümüz ekonomisinde üretim emek gücünden zihin gücüne doğru evrildi. Soğuk savaş yıllarının kalkınma furyası aksine teknik bilgi, yaratıcılık ve organizasyonel yetenekler ön plana çıkmakta. Devlet desteği ile ortaya çıkan büyük holdinglerin yerini ODTÜ‘den Eren Bali ve bir kaç arkadaşının ortaya çıkardığı Udemy gibi teknoloji şirketleri alıyor. Devletlerin eğitimine yatırım yaptığı bireyleri ekonomilerinin dışına çıkmaları karşısında ne yapmaları gerektiği konusundaki tartışmalar ‘insan sermayesi’ olgusunun merkezinde. Gary Becker ve Jacob Mincer’in teorize ettiği insan sermayesi kavramına göre teknolojideki gelişmeyle birlikte bilgi birikimi, alışkanlıklar, yaratıcılık, sosyal ve kişisel yetenekler ilk sanayi dönemi emek gücünün ve klasik anlamdaki sermayenin yerini almakta. Bir toplumun senelerce okul masrafını karşıladığı, maddi yatırım yaptığı bireylerden refah üretimi ve vergi beklentisi doğal olsa da günümüz neoliberal dünyasında iş gücü göçü gerçeği ile zorbalığa başvurmadan nasıl baş edileceği güncel bir tartışma.

Ekonomik boykotun Türkiye’deki örneklerinden birisini NTV ile ilişkisi yüzünden protesto edilen Garanti Bankası’nın Gezi sürecindeki tutumu ile yaşadık.

Gezi Direnişi’nin devletçe ilan edilen sonuçları ile Sanayi 4.0ekonomisinin doğası bir araya gelince ne olabilirdi?

Soğuk savaş mentalitesine göre devletin mutlak galibiyeti olarak görülen durum yerine aslında yöneticilerin galip olduğu, gezicilerin sistemin dışına itildiği ve devletin kaybettiği bir resimle karşı karşıya kaldık. Bir fikri olan, eğitimli, ülkesi için bir şeyler yapmak isteyen gençlerin susturulduğu, kendilerine tanınan alanda bile “biz kimsenin yaşam tarzına karışmıyoruz” söylemi altında bir gün elitlerin fikir değiştirme ihtimalinin Demokles’in kılıcı gibi tepelerinde tutulduğu, herhangi bir fikir beyanının “sen işine bak” denilerek karşılandığı bir toplum inşa edilmeye çalışıldı. Bu yazının kaleme alındığı gün post-gezi Türkiye’sini özetleyecek şekilde, zeytinliklerin korunması gerektiğini söyleyen Tarkan’a devletin en üst perdeden haddini bildiriyor olması bile tek başına yeterince açıklayıcıydı:

Tarkan’ın zeytinlikleri mi varmış, ne yapacakmış zeytinlikleri? Tarkan’ın şarkılarını seviyoruz. Tarkan şarkılarını söylesin

Bu yabancılaştırma politikasının sonuçları ise günden güne kendisini daha çok gösteriyor. Türkiye girişim ekosisteminin en önemli isimlerinden Nevzat Aydın’ın en yetkin mühendislerinin yurt dışında çalışmaya başladığından yakındığı twit bir çok akademik makalenin anlatmaya çalıştığı yetenek göçünü bir çırpıda özetliyor.

Ekonomisinin temelinde tüketim bulunan, petrol zengini körfez ülkelerinin aksine insan sermayesine ihtiyaç duyan ülkemizde eğitimli gençlerin devlet tarafından programlı bir biçimde yabancılaştırılması görünen bir olgu. Gezi Direnişi sonrası istikrarlı bir şekilde sürdürülen bu politika başarıya ulaşmış görünüyor: En basit demokratik taleplerinin bile ciddiye alınmayacağını içselleştirmiş eğitimli bir gençlik, eğitim ve kariyer planını göçebileceği ülkelerin potansiyeline göre yapan ancak büyük ihtimalle gidemeyecek ve kalamayacak bireyler her gün karşımıza fazlaca çıkıyor. Ekonomist Atilla Yeşilada artık arkadaşları ile yemeğe bile çıkamadığından, zira herkesin tek gündeminin yaşamak için gidebileceği ülkeler olduğundan yakınıyor. Türkiye’nin en kaliteli eğitim veren üniversitelerinde kantin sohbetlerinin içeriği de benzer yönde. Diğer taraftan 4. sanayi devriminde ihtiyacı olan kesimi dışlamış bir devlet mekanizması her gün kendisini yeniden üretmeye devam ediyor.

Gezi olayları ile eğitimli, şehirli gençler masada bir sandalye istemişti, aldıkları cevap masaya uzaktan bile bakamayacakları bir gelecek oldu. Günün sonunda geziciler kaybetmedi ancak ülkemizdeki herkesin geleceğinin kaybedildiği görünen bir gerçek olarak karşımızda duruyor.

İlk Yayın Tarihi: 2 Haziran 2017

E-Posta Bülteni

Yeni Çıkan Yazılara İlk Sen Ulaş!

.

Düzensiz Dergi sitesinden daha fazla şey keşfedin

Okumaya devam etmek ve tüm arşive erişim kazanmak için hemen abone olun.

Okumaya devam et