İnsan Hakları ve Hukuk Gerçekten Var Mı?

Tarih:

Yazar:

Okuma Süresi:

2 dakika

İnsan Hakları ve Hukukun Üstünlüğü (Rule of Law) günümüz Batı Dünyası’nın vazgeçilmez kabulleri, peki bunlar gerçekten var mı?

Sitemizin düzenli takipçilerinin bileceği üzere gündeme yönelik yazıları pek kaleme almıyoruz. Ancak bir süredir aklımda olan bir konuda gündem oluşunca bu yazıyı paylaşmayı uygun gördüm.

Suudi Arabistan, Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Konseyi’ne yeninden seçildi. — Sol Haber Portalı 29 Ekim 2016

Bugün Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) darbe girişimi sonrasında 100 binlerce insanın kamudaki işlerinden atılması üzerine içeriğe yönelik soruşturma yapıp yapamayacağını karara bağladı. İç hukuk yollarının tükenmediğini belirten mahkeme başvurulara olumsuz yanıt verdi. Akademik camiada tepkiyle karşılanan, hukuka ve insan haklarına ihanet edildiğini haykıran çok sayıda yetkin isim oldu.

Öncelikle şunu belirtelim: Mevcut KHK’ların yapılış tarzı; soruşturma vb. herhangi hukuki teamüle başvurulmadan “üyesi olmamakla birlikte örgütle iltisaklı olmak” gibi bir başlıkla insanları işlerinden atmak, pasaportuna el koymak, âdeta sivil bir ölüme mahkum etmek hukukun üstünlüğü (rule of law) ilkesine aykırıdır. Burada akıllara gelen soru şu: Kadıyı kime şikayet edecekler?

Kadıyı şikayet edilebilecek merci olarak kabul edilen Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi sakal bıyık ikileminde kaldı. Burada AİHM’in hukuki ve siyasi karar verdiği iki senaryoyu karşılaştıralım:

  1. AİHM hukukun üstünlüğü ve insan haklarının varlığını kabul edebilirdi. Bu noktada hukuki teamüllerin en temellerini bile dikkate almaya lüzum görmeyen Türkiye Cumhuriyeti’nin mahkemelerini by-pass eder, KHK ile atılan kişilerin başvurularını kabul ederdi. Yapısı gereği sadece tazminata hükmedebilecek olan mahkemenin, başvuru başına 30.000 Euro gibi maddi/manevi tazminata hükmetmesi bile devletimizi 3 milyar Euro gibi bir yükümlülük altında bırakacaktı ve bundan sonraki soruşturmaların hukuk çerçevesinde yapılmasını gerektirecekti. Bu sonucun fiziksel ve siyasal olarak imkânsız olması sebebiyle Türkiye Cumhuriyeti Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinden (AİHS) imzasını çeker, AİHM’e tabi olmaktan kurtulurdu. Günün sonunda Avrupa Birliği (AB) ve Avrupa Konseyi’nden (AK) tamamen kopmuş bir Türkiye tablosu ortaya çıkacaktı.
  2. AİHM başvuruların konusu olan davaların iç hukuk yolunu tüketmediğine hükmetti. 7 kişilik OHAL komisyonu on binlerce başvuruyu inceleyecek, reddedilen başvurular idari mahkemeye gidecek, oradan da sonuç alamazsa Anayasa Mahkemesi’nden geçtikten sonra AİHM’in önüne gelebilecek. Uzun yıllar alacak bu süreçte Türkiye’de bir şeylerin değişmesini bekleyecek olan AİHM ise hayatın gerçekleri üzerinde temellenen bu siyasi kararı ile Türkiye’nin AB ve AK ile ilişkisinin kopmamasını ve AİHS yükümlülüklerinin darbe girişimini ilgilendirmeyen durumlarda uygulanmasını en azından birkaç yıl daha garanti altına olmuş oldu.

Hukukçu değilim. İnsan Hakları ve Hukukun Üstünlüğü’nün verili kabul edilmesi şanslı bir azınlık dışında gerçeklikle bağdaşmayan şeyler olarak görüyorum. Bu yüzden güncel tabirle büyük resmi görüyorum ve AİHM’in kararının orta ve uzun vadede Türkiye’de yaşayan bizler için belki de daha iyi olacağını ve bu kararı verirken ülkemizi bir şekilde sistemde tutmaya çalıştığını düşünüyorum. Batı Dünyası yine uzun vadeli düşünüyor, diplomasiyi soyut kavramların üzerinde tutuyor. Belki de en iyisi bu.


*bu yazıda hukuki terimlerin yerine gündelik terimler özellikle kullanılmıştır.

İlk Yayın Tarihi: 12 Haziran 2017

E-Posta Bülteni

Yeni Çıkan Yazılara İlk Sen Ulaş!

.