
Kıyametçilik (apokaliptisizm) çok kadim bir ideolojidir. Neredeyse her krizde “Biz son nesiliz”ci akımlar doğar ve büyürler. Özellikle Ortadoğu kıyametçi akımlar için bir üreme alanı gibidir, buralar milattan önceki binyıllarda bile “Dünyadaki son nesli” tanımı her dönemde değişen bir “kurtuluşa” davet edenler kayıtlıdır. Günlük hayatı yeni bir düzene sokmaktan yabancılara karşı savaşa, eski Tanrıları yenileriyle ikame etmekten toplu intiharlara kadar her türlü kurtuluş reçetesi de ayrıca kaydedilmiştir.
Postmodern kıyametçilikler dolayısıyla yeni veya ilginç değiller. Her nesil kendini öncekilerden çok farklı sayar ve insanlığın önündeki akut, varoluşsal bir krizi tespit eder. Öncekiler cahildir ve o krizi görememiştir. Görseler bile gelenekleri krizi kabule, önlem almaya engel olmuştur. Ama şimdi, yeni önderlerin ve onların yeni fikirlerinin arkasında bu krize karşı koymak gereklidir. Yeni denilen fikirlerin eskilerin “geri dönüştürülmüş” ve “modifiye edilmiş” halleri olması da şaşırtıcı değildir. Katolik doktrininin Yeni Platonculuktan genişçe intihal olması binlercesi arasından bir örnektir, Yeni Platonculuğun Yunan felsefesinin antik Mısır-Kenan dinlerinden beslenmiş hali olması gibi.
Modernitenin kıyameti bir “Karanlık Çağ”a dönüştü. Ortaçağ karanlığından çıkaran aydınlanmanın devamı 19. yüzyıl sonu – 20. yüzyıl başı modernitesinin bazen gerekli, bazen absürt toplumsal dönüşüm girişimlerinde kendini buldu. Teknolojik gelişim toplumsal aydınlanmanın paraleli değildir, bunu o dönemin aydınları da biliyordu. Zaten “Karanlık Çağ” da büyük oranda ideolojik bir yaratıydı, Petrark gibi erken Rönesans aydınları Kilise’yi eleştirmek için icat etmişti. Avrupa’nın geç ortaçağı teknolojik ve toplumsal gelişim dönemidir. Ancak Rönesans aydınları bin yıldır yası tutulan Roma uygarlığına dönüş için yeni bir “ittirici güç” arıyorlardı. Sonuçta aydınlar kendi ideallerini bir kısmı yine kendi icatları bir Roma idealinin içine yerleştirerek dönemin “aydınlanmaya hazır” yeni sınıflarına kabul ettirdiler. Tarihsel bir başarıdır bu, iyi ki yaptılar, insanlık teknolojik olarak olmasa bile düşünsel olarak bin yıl ileriye sıçradı.
20. yüzyılın devamı karanlığa dönüş — aydınlanma ikileminin farklı renklerine şahit oldu. Üç model, kapitalizm, faşizm ve sosyalizm üç farklı yoldan kıyametçiydi. Kapitalistler sınıflılığın eleştirisine “kölelik yolu” dediler, faşistlere göre güçlü insanlar veya toplumlar antik uygarlıkların aydınlanma ruhundan uzaklaşıp bazı zümrelerin elinde pasifize olmuştu, sosyalistlere göre tarihin Marksist analizinin karşıtı barbarlığa dönüştü. Nihayetinde 1990’larda üç akımın da melezi bir yere çıkıldı, herkes biraz mutlu, biraz mutsuz oldu. İnsanlık olarak bu melezi rafine etmeye devam ediyoruz.
Twitter kullanan herkesin yaşadığı iç bunaltısından, anksiyeteden, “neye – nereye sığınmalı” hissenden herkes kadar payımı almışımdır. Son dönemde biraz olsun bu hislerden kafamı kaldırmayı başarabildim, bunu tarih okumaya borçluyum. “Anda yaşamak” günlük yaşantı için iyi bir şey, ama sürekli anda yaşayan insanlarla siyaset — felsefe — tarih — iktisat konuşmak zaman kaybı oluyor. İnsanlık geriye doğru 600 bin yıl demek, ileriye doğru muhtemelen başaramayacağı potansiyel bir sonsuzluğu var. Günden güne, yıldan yıla, liderden lidere, seçimden seçime düşünenler için siyasi anksiyeteden ve sonunda yanlış bilinçten kaçış yok. Gençler bundan en büyük payı alırlar. Oysa önemli konular en az onyıllar ile konuşulur, geriye ve ileriye doğru.
Ben 1990’ların okumuş — yazar sınıfının “tarihin sonu” tembelliğine şahit olmadım, yaşım küçüktü. Şimdi o dönem yazılanları okuyunca anlıyorum, gerçekten inanmışlar kendilerine söylenene. Herkes yeni kurulan dünyada hemen yer edinmeye çalışmış. Yer edinmekte bu kadar acele edenler genelde kırık taburelere oturuyor, Türklerin de 1946 sonrası deneyimlediği bir durum bu. O dönemin okumuş — yazar sınıfı da (olan — biteni doğru tahlil eden çok azını ayrı tutuyorum) 2000’lerde kullanılıp atıldılar, şimdinin gençleri alay etmek için bile okumuyor onları. Böylece 2010’ların sonunda aydını olmayan bir toplum olduk.
Günümüzde bolca kıyametçilik var, başta dediğim gibi şaşırtıcı değil. Her kesimin “Şu olursa hayat biter”i mevcut. Bu kıyametlerin bazılarının temelleri var, ama tam anlamıyla “gelen kıyamet” haline gelmeleri medya ajanslarının sunumlarında, siyasi danışmanların raporlarında, yarı-cahil okumuş — yazar sınıfının blog ve sosyal medyalarında oluyor.
Bu düzeyde karbon salımı iyi bir şey mi? Değil. Ama beş yılda bir “son beş yıl” demenin de kimseye bir yararı yok, “son beş yıl” paniğinden kazanç sağlayanlar dışında. Birileri iklim risklerini bir paniğe indirgemekle görevli. Göç müthiş bir problem, hem göç verenin hem alanın yararı için ivedilikle durdurulması lazım, geri göndermeler de hedef ülkeler bakımından haktır. Ama dikkati göç edenlerin kültürü üzerinde yeterince tutabilirseniz o göçü en başta arzulayan ve muhtemelen tetiklemiş olan küresel örgütler, yerli şubeleri ve yarar sağlayan sermaye grupları gözden kaçar. Ekonomi çok kötüdür, giderek kötüleşiyordur ama hiçbir kriz “son kriz” olmuyor, insanlık neleri atlatmış… Acı reçeteleri yoksullar ve orta sınıflar olarak ödeyip atlatıyoruz bir şekilde.
Panik ve korku, her ne kadar bireyler için sağlıklı dozlarda gerekli olsalar da, tüm toplumsal diskuru işgal ettiklerinde çözümü tarihsel ve uzun vadeli perspektiften görmeyi imkansızlaştırıyor. Öyle olunca da her seçim son seçim oluyor, her hedef tutturulması yaşamsal hedefler oluyor, anlık ve kısa vadeli çözümler hakkında yararsız diyaloglarla enerji tüketiyoruz. Bizim tükettiğimiz enerji birilerinin kazancıdır, o kazanç ile başka bir alanda bir şey inşa ediliyordur. “Ne inşa ediliyor”a dair görüşlerim var ama bu yazının konusu değil ve ben de o soruyu tek başıma cevaplayamam.
Günün sonunda 2023 yılında yaşayan insanların idrak etmesi gereken temel bazı olgular var. Zaten benim en sevdiğim soru “Ne yapmalı?”dır:
1990–2020 arası düşünsel tembellik (hatta uyku) artık bitmeli. Daha geniş bakarsak, modernitenin postmodernite ile baskılanması süreci yeni bir modernite ile aşılmalı. Postmodernitenin kıyametçiliği, yani “objektif olanın aranması barbarlıktır”ının terk edilmesi gerekir. Objektif olan insanın tarihine ve geleceğine bakılarak tartışılabilir, bunu yapanlara takılacak sıfatların artık bir değeri yoktur.
Yine postmodernitenin bir kalıntısı, estetik fetişi tamamen tasfiye edilmelidir. Toplumların tepkilerinin “demokrasilerde böyle olmaz” denilerek siyasetin tarihsel gerçekliğinden kopartılarak “popülizm, kutuplaşma, yarışmacı otoriterlik” gibi mevcut okumuş — yazar sınıfının estetik temelli icatlarına sıkıştırılmadan anlaşılması ve cevaplanması önemlidir.
Gençlerin gençliklerini kavrayış tarzını medyanın dayattığının dışına çıkartabilmesi gerekir. Gençlik hedonistçe zevk ve eğlence peşinde geçirilmesi gereken bir dönem midir, dünyayı ve insanın kendisini tanıması gereken bir öz-oluşum süreci mi? İkinciyi seçenler kazançlı çıkarlar. Fakat her kazancın bedeli vardır, öz-oluşum da sancılı bir süreçtir. “Gençliğim nelerle geçiyor” sorusunu çokça sordurur ama sonra o tecrübelerin yararı görülür. Önceki nesiller de acılı dönemler yaşamıştır, “gençliğim gidiyor” da zararlı bir “ufak kıyametçilik”tir.
Nihayet, ulusların kendi yeni aydın sınıflarını yetiştirmesi ve onları koruması en önemli aşamadır. Ulusların ve onların cumhuriyetlerinin düşünsel temeli aydınlarıdır. Gerçek bir ulus aydınlarını yabancılara kurban etmez. Onları kurban eden uluslar kendilerini de kurban ederler, tarih aptallığı affetmez, tarih kitapları yok olmuş ulusların kayıtları ile doludur.