Celal Şengör’ü Anlamak

Tarih:

Yazar:

Okuma Süresi:

5 dakika

Bu yazıda amacımız Evrim Ağacı’nda bir programa katılması tartışma yaratan Celal Şengör’ün düzensiz bir takipçisi olarak bilime ve bilim yapmaya bakışını anlatmaya çalışmak.

Bilimin ve bilim insanın görevi nedir?

Celal Şengör’ün Evrim Ağacı yayınına katılacak olması büyük tepki yarattı. Bilimin toplum/insanlık için rolü üzerine sitemizde de okuyabileceğiniz bir çok yazıda görebileceğimiz gibi uzun süredir üzerinde düşünülen bir konu aslında bu.

Tartışma üzerine Evrim Ağacı editörü Çağrı Mert Bakırcı bir blog yazısı yayınladı: Celal Şengör’ün siyasi fikirlerine katılmadığını ancak tartışılacak konudaki uzmanlığı ve popülerliğinin tartışmasız olduğunu söyledi. Ezgi isimli genç bir bilim insanı ise blogunda yayınladığı yazı ile Şengör’ü anlatmaya ve kendisine neden yer verilmemesi gerektiğine dair fikirlerini sundu. Bu yazıdan alınacak ve tartışmayı çok güzel bir şekilde özetleyen bir paragraf üzerinden bende uyanan Şengör imgesi ile bilimin rolü üzerine bir şeyler söyleyerek devam edeceğim:

Türkiye’de bilim okuryazarları arasında Celal Şengör’ü savunanların öne sürdüğü en önemli dayanak noktası, bir insanın bilim insanı kimliğiyle ideolojik kimliğinin birbirinden ayrı ele alınabileceği iddiasıdır. Ancak unutulan şey şu: Beşerin olduğu her şey ideolojiktir, bilimi üreten de beşerdir. Bugün Türkiye’de akademiye ve bilime bu kadar saldırı varken, iktidar sahipleri “Allah bizi okumuşların şerrinden korusun” duasına âmin derken, bilim insanlarının laboratuvarlarına kapanıp bilim üretme iddiasında bulunması gülünçtür. Celal Şengör de bu anlamda safını belirlemiş, zulme uğrayan akademisyenlerin arkasında durmamayı seçmiştir. Dolayısıyla akademisyenler ülkenin bilimsel ilerleyişi ve özlük hakları için direnirken, bunun karşısında duran Celal Şengör’ü salt bilimci olarak ele almak imkânsızdır. Türkiye’de jeoloji bilimine yaptığı katkı ne olursa olsun, bütünsel bakışla bu zihniyet Türkiye’de bilimin ilerlemesinin önündeki engellerden biridir. Zira, bilim jeolojiden ibaret değildir. Bilim insanı da laboratuvara kapanan bir robot değil, ülkenin aydınıdır. İnsanlık tarihinin en ilerici ve aydınlanmacı adımlarından biri olan Fransız Devrimine felaket diyen Şengör, aydınlanmanın ve modernitenin karşısında konumlanır.

Bilim insanının görevi nedir? Bu ilk başta bilime nereden baktığınızla, ve özellikle alanınızla ilgili bir durum gibi görünüyor. Şengör için bilim merak üzerine kuruludur; merak ettiği için araştırır, deney yapar, inceler ve yorumlar. Çalıştığı alanda en iyisini yapmaya çalışır, elitisttir çünkü “elit” olmaya uğraşmıştır ve bu tip insanlarla birlikte çalışmak istemektedir.

Yazımızda referans vermeye devam edeceğimiz, Bir Bilim Adamının Serüvenli isimli söyleşi kitabındaki bir anekdottan yola çıkarak elitimizmini anlayabiliriz: Derse ilk girdiğinde Avusturya Lisesi, Robert Koleji vb. okullardan mezun olanların öne oturup dersi dinlemesini, geriye kalanların da arka sıralardan takip ederek “anlamaya çalışmasını” söylediğini anlatır. Burada bahsettiği şey öğrencilerin sınıfsal arka planı, maddi durumu, ten rengi vb. değil, tamamen üniversite sıralarına gelmeden önce daha kaliteli eğitim almış bireylerin çok daha kolay bir şekilde konulara hakim olacağını düşünmesidir. Yine tartışmalı bir konu olan 50/d’lilerin doktoralarını sürelerinde bitirmemesi halinde araştırma görevliliğinin bitmesini desteklemiştir: Bilimsel araştırmaları için kendisiyle çalışmasını kabul ettiği doktora öğrencisi kadro alamazken, 15 yıldır doktorasını bitirmeye çalışan asistanla çalışmak zorunda kalması kabul edilebilir bir şey değildir ve üniversitenin kalitesini düşüren bir durumdur.

Beşerin olduğu her şeyin (geniş bir çerçevede) ideolojik olduğu doğrudur, ancak toplumsal sorunlara odaklanmadan doğa bilimlerini icra ederek hakikatin peşinde koşmayı seçmek de ideolojik bir duruştur. Şengör beşer ile ilişkisini yine bahsi geçen kitapta çok güzel bir şekilde özetlemiş, bir nevi ideolojisini açıklamıştır:

Yani ben insanları diğer hayvanlardan ayrı bir şey olarak görmüyorum. İnsan haklarıyla, insanların korunmasıyla fokların korunması arasında hiçbir fark görmüyorum ben. Tek fark insanların yarattığı ve potansiyel olarak yaratabileceği eserlerdir. Ben yalnızca onların hayranıyım. İçinde yaşadığım âlem hakkında bana bilgi vermeyen veya bir sanat eseri yaratmayan insanın bence foktan farkı yok. Dolayısıyla, ben bu kafayla kamuda çalışamam, dedim. Bu itibarla, ben öyle bir iş yapmalıyım ki, insanlığa tesiri dolaylı olsun, yani insanlar isterse kullansınlar, istemezlerse kullanmasınlar. Çünkü direkt insanlarla ilgili bir işe yapmaya kalkarsam, onlara beklediklerini veremem. İnsanları yöneten, insanlarla uğraşan kişilerin kafasında insanlığın özel bir yeri olması lazım. bende öyle bir şey yok.

Şengör’ün akademisyen kıyımına ses etmemesi kendisini takip edenler için şaşırtıcı olmamıştır elbette. Aileden zengin olmasaydı bilim yapamayacağını defalarca söylemiş, hatta bilimin aristokratların patronluk yarışı sayesinde ilerlediğini belirtmiştir. Bu konunun günümüz Türkiye’sinden okuması şöyle olabilir: Belirli bir üniversiteden siyasi, etnik, dini vb. sebeplerle işinden atılan bir akademisyenin başka bir üniversitede (hatta başka bir ülkede, herhangi bir kurumda) iş bulma şansı yoktur, aksine yurt dışına çıkışları bile mümkün görünmemektedir. Ütopyası olmayan ya da ideolojisi dünyanın bir gün şirinler köyüne dönüşmesini taahhüt etmeyen bireyler için 20. yüzyıl öncesi aristokratları, şehir devletleri, dükalıkları hamiliğinde bilim yapmak sanılanın aksine daha özgürlükçü bir ortam yaratacaktır. Bu dönemde yaşamış büyük isimlerin ülkelerinde kadrolarını ve emeklilik ikramiyelerini beklemek yerine hakikati aramak için ülke ülke gezmiş olması, ilginç hayat hikayelerine imza atması ve günümüz akademisinden özellikle sosyal bilimler alanında çok daha çeşitli bir fikir dünyası oluşturmuş olması önümüzde duran bir gerçektir.

Bugün yaşadığımız Anadolu Devrimi’ni eleştiren, kendi elitist görüşlerini kabul etmeyen kitlelerin demokratik siyasetle elde ettiklerini zorbalık olarak görenlerin aksine Şengör samimi bir şekilde görüşünü belirtir:

Lise sonlara doğru, özellikle, önce kendi memleketimde fark ettim. Mesela, Anadolu’nun egemen hale gelmesiyle Türkiye’nin çökmeye başladığını gördüm. Sonra baktım, bütün dünyada böyle bu. Demokrasilerin, popüler demokrasilerin yaygınlaşması böyle bir sonuç doğuruyor…

Şengör aydınlanmacı ve modernisttir; hatta bu iki kavram ete kemiğe bürünseydi muhtemelen Celal Şengör karşımıza çıkardı. Nepal’e yaptığı gezi sırasında gördüklerini “pislik içinde, bir tane teknoloji yok, bir de çıkıp bu kültürü olumlayanlar var, zavallılık içinde yaşayanları övüyorlar” yorumu, aydınlanma üzerine inşa edilmiş batı dünyasının koşulsuz üstünlüğünü kabul etmesi, belirli normatif değer ve durumların tartışmaya kapalı olduğunu kabul etmesi pratik anlamda modernistliğinin sadece bir kaç örneği.

Özetlersek

Şengör elitist bir bilim insanı. Alanında en iyisi olmak için elinden geleni yapmış, diller öğrenmiş, aile servetini harcamış. Aslında kendisine Türkiye’ye katkı sağlamak için, kendisinden sonra gelecek nesillerin “omuzlarından yükselip ileri bakması” için çabalayan, dünyada kürsü alamayacağı üniversite olmamasına rağmen ısrarla ve her şeye rağmen İTÜ’de kalan, öğrencilerinin kendisine Celal demesini, yoksa dersi geçemeyeceklerini söyleyerek batılı değerleri bir şekilde yerele taşıyan bir insan. Türkiye’de üniversitelerin daha iyi olması konusunda boşa da olsa kürek çeken, makale ve kitap yayınlayan, şahsi servetini bu yolda harcayan bir nevi aktivistPeki bilimin ve bilim insanının görevi nedir? Bu soruya henüz verilmiş kesin bir cevap yok, olması da yakın gelecekte mümkün görünmüyor.

İlk Yayın Tarihi: 17 Haziran 2017

E-Posta Bülteni

Yeni Çıkan Yazılara İlk Sen Ulaş!

.